Pazar, Haziran 10, 2007

ŞAHİN (Street Hawk)

Kara Şimşek bittikten sonra onun yerine yayınlanmış, benzer konseptte bir diziydi. Bu dizide polis memuru Jessie düşmanları tarafından sakat bırakıldıktan sonra , kaçık bir bilim adamı Jessie'yi gizli bir projeye almıştı. Jessie gizlice ameliyat olup yürümeye başlamış ve olağanüstü özelliklerle bezeli kapkara ve eşi benzeri olmayan bir motosikletin sürücüsü olmuştu. Bundan sonra kahramanımızın şehirdeki kötülerle amansız savaşı başlamıştı. O zamanlar bu abi bize pek bir hoş gelse de dizimiz Kara Şimşek'in yerini tutamamış ve kısa ömürlü olmuştu.

Pazar, Mayıs 20, 2007

SAMURAYIN İNTİKAMI (The Betrayed Samurai)

Pazar öğleden sonra yayınlanan, kılıç sahneleri ile çoluk çocuk herkesi etkilemiş bir Japon dizisiydi. Kahramanımız Tsukinosuke aslında Monte Cristo Kontu'nun Japon versiyonuydu. Kendisi zengin bir aileden gelme asil bir samurayken kuzeni tarafından ihanete uğrayarak Iwo Jima adasına sürülmüştü. babası da oğlunun suçlu olduğuna inanarak harakiri yapmıştı. 10 yıl hapis kalan kahramanımız , yaşlı hücre arkadaşı ölünce onun cesedi yerine geçip adadan kaçmış, prenses Mibu tarafından denizden çıkartılmıştı. Prensesin fedaisi olan Tsukinosuke burada dövüş sanatları ustası olmuş, sonra ikisi beraber yaşlı adamın hazinesini bulmuşlardı. Bundan sonra kahramanımız adını Geshin olarak değiştiriyor ve samurayın intikamı başlıyordu. Kendine ihanet edenleri teker teker doğrayan Tsukinosuke, her cesetin yanına bir çiçek bırakarak kayboluyordu: Iwo Jima'nın intikam çiçeği. Bize de mutfaktaki oklavayı çalarak kedileri kovalamak kalıyordu.

Cumartesi, Mayıs 19, 2007

MORK VE MINDY (Mork and Mindy)

Uçuk kaçık bir diziydi. Başrolde Robin Williams oynuyordu ama o zamanlar tanımıyorduk tabii kendisini. Hikayeye göre Mork, Ork gezegeninde yaşarken dev bir yumurtaya binerek dünyamıza gelmişti. Mindy de Mork'u bulup kimliğini gizleyerek tavanarasında yaşamasına izin vermişti. Böylece Mork insan davranışlarını inceleyerek her bölümün sonunda Ork'daki şefi Orson'a rapor verebilirdi. Robin Williams bu dizide inanılmazdı, na nu-na nu diye selam verip bir anda coşuyor, çılgınca espriler, doğaçlamalar yapıyordu, Mindy karakterinden pek ses soluk çıkmaz, olay Mork'un kaçıklıkları etrafında dönerdi. Bence onun sayesinde delicesine eğlenceli bir dizi olmuştu.

SAINT'İN DÖNÜŞÜ (Return of the Saint)

Roger Moore'dan sonra Simon Templar karakterini Ian Ogilvy diye biri canlandırmış ve dizi yeniden başlamıştı. Ama bu yeni Saint'in beyaz bir jaguarı vardı ve Avrupa'yı boydan boya dolaşarak güzel manzaralar eşliğinde macera yaşıyordu. Bu dizinin de simgesi, tepesinde hale olan çubuktan bir adamdı.

THE SAINT

Eski bir diziydi, detektif Simon Templar'ın maceralarını anlatırdı, başrolde Roger Moore oynuyordu. Genellikle yanında vakayı çözmesine yardım eden güzel bir kız da bulunurdu, bir nevi James Bond gibi. Zaten dizi bittikten sonra Roger Moore bu sefer de Bond olmuştu. Simon Templar'ın can düşmanı müfettiş Teal idi. Templar her bölümün sonunda bize dönerek gülümser ve tepesinde gerçek bir azizin halesi oluşurdu.

SHERLOCK HOLMES (The Adventures of Sherlock Holmes)

Gelmiş geçmiş en iyi Holmes uyarlaması kabul edilen, seksenlerin ortasında çekilmiş bir diziydi. TRT'de çarşamba akşamları yayınlanırdı. Kahramanımız piposu, şapkası, pardesüsü ile efsane İngiliz detektifdi. Kendini beğenmiş, çarpıcı, bir şapkadan sahibinin karakter tahlilini yapabilecek kadar bilgili, esrarlı, aşmış bir karakterdi. Kankası Dr.Watson ile polisin çözemediği vakaları inceleyip katili bulurlardı. Ama benim favori detektifim her zaman Poirot olmuştur.

KUNG-FU

Efsane bir diziydi. Kill Bill David Carradine başroldeydi. Kahramanımız Caine Çin'de kör bir hocadan kung-fu öğrenerek master olmuştu? Hocası bizimkine Çekirge diye hitap ederdi. (Hababam Sınıfı'ndaki Badi Ekrem- İnek Şaban sahnesini hatırlayınız) Sonra kötü Çinliler Caine'in hocasını öldürünce Caine de onları öldürüp Amerika'ya döndü. Dizinin devamında kahramanımız kasaba kasaba dolaşıp etrafına iyilik ihsan felsefe dağıtmış, rastladığı kötü adamları pata küte dövmüştü. Zamanında pek çok genç bu dizinin kazıyla judo, kung-fu kurslarına yazılmıştı.

KAYGISIZLAR (The Persuaders)

Çok eski bir diziydi, başrollerinde Roger Moore ve Tony Curtis oynamıştı. Roger Moore, çok asil ve kibar İngiliz Lordu, Tony Curtis ise sonradan zengin olmuş Amerikalı bir çapkındı. Yargıcın biri bu ikisini bir araya getirerek polisin çözemediği olayları çözmelerini istemişti. Böylece kahramanlarımız heyecanlı maceralara dalarken sıkı fıkı iki dost olup çıkmışlardı. Her bölümde hızlı arabalar, güzel kızlar, hareket, aksiyon eksik olmazdı.

KAĞIT BEBEKLER (Paper Dolls)

Mankenler, moda dünyasındaki entrikalar hakkında bir diziydi. Küçük kızlarını model olsunlar diye ajanslara satan anneler, kaltak mankenler, pırıltılı ama boş hayatı yüzünden acı çeken modeller, hepsi bu dizideydi. Basbayağı pembe dizi işte. Aman pek meraklısıydım ben bunun nedense??? Oyuncuları arasında Morgan Fairchild, Lauren Hutton gibi Seksenlerin tv yıldızları bulunuyordu.

BJ VE AYI (BJ and the Bear)

Çok eğlenceli bir diziydi. Kahramanları Billy Joe ile Ayı isimli komik şempanzeydi. Şempanzenin de kendine ait bir gardrobu, şapkaları falan vardı. İkili BJ'in güzelim, kırmızı kamyonu ile eyaletler arasında geze geze taşımacılık yaparlardı. Peşlerinde de kötü şerif Lobo olurdu. Her bölümde ikilimiz farklı bir macera yaşar, sonunda kamyonun havalı kornasını öttürerek kutlama yaparlardı.

PİYANGO (Lottery!)

Bu dizide bir piyango şirketine bağlı çalışan 2 kafadar, piyango talihlilerini bulmak için şehir şehir dolaşırlardı. Bunlardan biri piyango firmasının elemanı, diğeri de mali işler sorumlusu gibi birşeydi. Her bölümde kazanan talihli kişi nedense kaçıp gitmiş olur, bizimkiler ha babam arar dururdu. Sonunda şanslıyı bulduklarında hem 5000 dolar nakit para, hem de milyon dolarlık çekler verirlerdi adama.

FLIPPER

Bizim için dünydaki tüm yunusların adı Flipper'dı. Bunun sebebi de bu eski diziydi. Bu akıllı bıdık yunus, sürekli bir sırıtma ifadesi taşıyan , oynak, fingirdek birşeydi. Sandy bunu ağlardan kurtardığı için ne zaman çocuğun başı sıkışsa Flipper yüzer yetişirdi. Maceranın sonunda ciyak ciyak sevinçli sesler çıkartır, kuyruğunun üzerinde hoplayıp sıçrardı.

GÖRÜNMEZ ADAM (Gemini Man)

Eski bir dizi olmasına rağmen ülkemizde Seksenlerde yayınlanmıştı. Kahramanımız Sam Casey gizli ajandı. Birgün kaza mı ne geçiriyor ve görünmez oluveriyordu. Neyseki gizli servis bunun görünmezliğini kontrol altına almayı becermişti : Kol saati! Kol saatinin bir düğmesine bastı mı görünmez oluyordu ama bunu her gün sadece 15 dakika yapabilirdi yoksa ölecekti! Hahahayyt, o zamanlar kahramanlar bile tutumluymuş. Tabii her bölümde heyecan yaşanırdı, süre dolmak üzere, ne yapacak, ölecek mi diye.

MASAL TİYATROSU (Faerie Tale Theatre)

Haftasonu sabah yayınlanan ve pek bayılarak izlediğim bir programdı. Program başlarken sunucu "ben Shelley Duvall, Masal Tiyatrosu'na hoşgeldiniz" derdi. Her hafta ünlü bir masalın filmini izlerdik, Rapunzel, Çizmeli Kedi, Parmak Çocuk... Benim en sevdiğim uyarlama Güzel ve Çirkin idi. O zaman farkında değildik ama her bölümde Shelly Duvall'in ünlü artist arkadaşları rol alırlardı. Mesela Uyuyan Güzel'de yakışıklı prensi Süpermen Christopher Reeve oynamıştı.

GÜMÜŞ KAŞIKLAR (Silver Spoons)

Richie Rich'in dizi versiyonu gibi birşeydi. Başrolde oynayan Ricky Schroeder de zaten tip olarak Richie Rich'in tıpkısı sarışın, gıcık bir oğlandı. Bu dizi sayesinde Anglosaksonların "ağzında gümüş kaşşıkla doğmak" deyimini öğrenmiştik.

Hikaye çok zengin ama çocuk ruhlu bir adamın, yaşadığı bir haftalık evlilikten bir oğul sahibi olduğunu öğrenmesiyle başlıyordu. İşte bu oğlan Ricky idi. Adam oğlunu muhteşem malikanesine getirtince Ricky için bir eli yağda ötekisi şokellada bir hayat başlamıştı. Çünkü babası oyuncak fabrikası patronu idi ve malikane inanılmaz oyuncaklarla doluydu, uzayıp giden trenler, böyle kocaman oyun makinaları, bilardo, tilt, bilmem neler. Gıcık velet bu evlere şenlik evde vur patlasın eğlence çal oynasın gönlünce yaşayıp giderken bize de saf saf seyretmesi düşmüştü.

Cuma, Mayıs 18, 2007

ŞAHİKA (The Citadel)

Seksenlerde TRT'de yayınlanan bunalım bir diziydi. Cronin'in pek meşhur bir romanından uyarlama idi. Roman zamanında o kadar sükse yapmıştı ki, o dönem doğan bir sürü kızın adı Şahika konmuştu. Ben de sahaflardan bu kitabı bulup bayılarak okumuştum, o yaşta ne anladıysam artık???

Şahika, genç bir doktorun hayatta başarılı olma, herşeyi elde edip yaşamının "şahikasına" ulaşma çabalarını anlatıyordu. Doktor Andrew başlangıçta maden kasabalarında canla başla çalışan idealist genç bir doktorken, sonunda para düşkünü olup çıkmış, Londra'da havalı bir ofis sahibi olmuştu. Hikayenin sonunda doğru yolu yolu bulsa da hatalarının bedeli olarak karısını kaybetmişti.

DAKTARİ

Afrika'da geçen eski bir diziydi. Daktari de zaten Afrika dilinde Doktor anlamına geliyormuş, onu öğrenmiştik. Bu dizde Afrika'da yaşayan bir doktor, kızı ve ekibinin, hayvanları koruma maceraları anlatılırdı, oldukça çevreci bir diziydi yani. En sevilen diğer karakterler ise şaşı aslan Clarence ile maymun Judy idi .

Perşembe, Mayıs 17, 2007

MARTI ADASI (L'Isola del gabbiano)

İnsanın kanını donduran bir dizi idi. Barbara'nın kör kızkardeşi Marianne İtalya'da bir yerlerde kaybolmuştu. Barbara kızkardeşinin izini sürmeye karar verip yola koyuldu amma, bu arada ardı arkasına kör kızların cesetleri ortaya çıkmaya başlamıştı. İpuçlarını takip eden Barbara Martı Adası'na geldi, tabii çeşitli badireleri atlattıktan sonra! Adada sürekli cıyak cıyak bağıran korkunç martılar Barbara'ya saldırmış, başına çorap örmüşlerdi. Fakat martılardan kurtulmayı başaran kahramanımız adanın altında denize dalarak gidilebilecek bir yer bulup kızkardeşini kurtarmıştı. Kötü adam da belasını buldu.




Bu dizideki martı sesi seksenlerde çocuk olan büyük bir kitleyi hasta edip martı fobisine sebebiyet vermişti.

GİRDAP (Maelstrom)

TRT'de yayınlanan en korkutucu dizi Girdap olsa gerek. Hikaye Catherine Durrell adında bir İngiliz kadının Norveç'te bir mirasa konmasıyla başlar. Adamın biri buna göl kenarında bir çiftlik evi ve arazi bırakmıştır, ama neden? Catherine kalkıp Norveç'e gider . Öğrenir ki, ona bu evi miras bırakan tanımadığı adam boğulmuş, evin eski sahibesi de intihar etmiş. Eve girdiğinde huzursuz olur, çünkü hep onu izleyen, takip eden birşeyi hisseder. Veee yatakodasına girdiğinde, oda porselen bebeklerle doludur!

Dizinin açılış jeneriğinde de suların içinde porselen bebekler vardı, ve bu bebekler dizideki ana temalardan biriydi, herkes hatırlar o ağlayan porselen bebekleri. Bunun dışında kahramanızın lanetli evinden başka kanalın karşı tarafında bir ada evi vardı. Lanetli evde dolanan hayalet, Catherine'in gerçek ailesinin kimliği, etkileyici fiyord manzaraları derken sırlar aydınlanmış ve finaldeki şenlik ateşi ile dizi sona ermişti. Gelgelim herkesin dudakları korkudan çoktan uçuklamıştı.

BOLERO 1984


Seksenli yıllarda televizyonda buz dansı izlemek, yarışmacıların rengarenk ve çiftlerin uyumlu kıyafetlerini çekiştirmek çok hoşumuza giderdi. 1984 Saraybosna Olimpiyatları buz dansı kategorisinde bir ilke sahne olarak tarihe geçmişti. İngiliz Jayne Torvill & Christopher Dean ikilisi, Ravel'in Bolero'su eşliğinde yaptıkları serbest dansları ile tüm jüriden 6 tam puan alarak şampiyon olmuşlar, buzda kusursuzluğu yakalayarak ekran başında hepimizi büyülemişlerdi. Bu ikili Seksenlerin başından itibaren tüm şampiyonalarda Rus egemenliğine son verip birincilikler kazanmaktaydı. 1984 yılından sonra ise profesyonel olarak kariyerlerine devam ettiler. Bolero'da ikili buzun üzerinde ağır ağır dans ederek dans ederek başlıyor ve müziğin temposuyla beraber hızlanarak, sonunda artistik bir şekilde yere yuvarlanıp "ölüyor"lardı. Kıyafetleri açıklı koyulu mor tonlardan oluşmuştu. İkili danslarını bitirdikten sonra jüri şakırt diye 6'ları basmış ve Torvill & Dean efsane olmuştu. Ne zaman Bolero'yu dinlesem gözümün önüne buzda süzülen Torvill & Dean ikilisi gelir.

http://www.youtube.com/watch?v=t2zbbN4OL98

EUROVISION 1989 , BANA BANA

Nereden başlasam, Bana Bana'yı nasıl anlatsam? Büyük usta Timur Selçuk'un yazıp bestelediği çok değişik bir şarkıydı. Çok sesli bir yapısı, oryantal melodileri, zengin orkestra müziğiyle aslında çok emek verilmiş bir şarkıydı ama sözleri tam bir fiyaskoydu. Sürekli tekrarlanan "Bana bana, bana bana, bana bunu bana bunu bana bana" tadında biteviye devam eden sözleri vardı şarkının. Şimdi dinlediğimde bana tuhaf ve hoş gelse de, o sene bu şarkıyla inanılmaz derecede dalga geçmiştik. Fakat asıl bomba yarışmada patladı, Timur Selçuk aynı zamanda orkestrayı da yönetiyordu ve Grup Pan " o bir gün, giderse, gene seni, gene seni üzerse" diye şarkıya başlarken inanılmaz coşmuş, adeta uçarak yönetmiştir orkestrayı. Sahnedeki gruptan çok o izlenmiş ve ekranda her belirdiğinde "Aha şimdi uçacak" dedirtmişti.

http://www.youtube.com/watch?v=V2XlHbE2OrE

EUROVISION 1983 , OPERA

Eurovision'da ülkemize tarihi bir hezimet yaşatan, sıfır puan alarak sonuncu olan ilk şarkımız Opera idi. Şarkıyı rahmetli Çetin Alp seslendirmiş, ve Opera'dan sonra kariyeri sona erip hayata kırgın ve küs vefat etmiştir. Halbuki şarkının o korkunç sözlerini Aysel Gürel yazmış, sarkıcıyı da TRT seçmişti. Şarkının sözleri "İşte opera, heyecan fırtınası, coşar ruhumda, duyarım sönmez o aşkı, baleli aşk dolu, müzikli oyunlar, uvertür, trio, düetto, korolar, saraydan kız kaçırma, ölmez la traviata..." şeklinde başlayıp aynı saçmalıkta devam ediyordu. Arkada da gülünç kılıklar içinde bir türlü senkronize olamayan vokal ekibi bu curcunayı tamamlamaktaydı. Evlere şenlik bu şarkı yıllar sonra Eurovision tarihinin en kötü şarkısı seçilmişti. Bence kesinlikle seksenlerin en unutulmaz şarkılarındandır.

http://www.youtube.com/watch?v=3R3IMgXjrJY

EUROVISON 1980 - PETROL

Türkiye'de Yetmişli yılların ikinci yarısında başlayan Eurovision çılgınlığı seksenlerde binbir türlü hezimetle bezeli ulusal bir takıntıya dönmüştü. Bu yüzden TRT'de 1980 yılında yarışmaya Süperstar Ajda Pekkan'ı gönderdi. Ajda memleketin en Avrupai kadınıydı, güzelliği, yabancı bestelerden uyarlama şarkıları ve estetik ameliyatları ile en parlak yıldızımızdı. Bütün bunlara rağmen yarışmaya alabildiğine oryantal bir şarkıyla katılmıştı : Petrol. Amaan petrool, canıım petrool artık sana sana sana muhtacıım petrool diye uzayıp giden ağdalı melodisiyle şarkı 15. olabilmiş, Ajda Pekkan uzun süre depresyondan çıkamamıştı.

http://www.youtube.com/watch?v=3WHpgaG_DnY

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

UZUN ÇORAPLI KIZ PİPPİ (Pippi Långstrump)


Çılgın kız çocuğu Pippilotta Uzunçorap, kaptan Efraim Uzunçorap'ın biricik evladıydı. Kaptan küçük kızının okula gitmesini istediğinden onu küçük bir kasabaya yerleştirmişti. Pippi'nin yeşil benekli 3 katlı bir evi, bir atı ve bir çanta dolusu altını vardı, istediği her şeyi alabilirdi. Ama en önemli özelliği çok güçlü olmasıydı, mesela atını bahçeden kaldırıp hop diye verandaya getirebilirdi.Bir de cingöz maymunu vardı Pippi'nin ama adını hatırlamıyorum. Pippi yeni evinde kendine tatlı arkadaşlar bulmuştu, bunlar 2 kardeştiler, oğlanın adı Tommy kızınki de Anika idi. Çocukluğumuzun bu unutulmaz dizisinde Pippi, Tommy ve Anika'nın maceralarını izlemiştik. Pippi'nin kafasının iki yanında dimdik duran saçları da ayrı bir ekol olmuştu.

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

ZAMANIN ÖTESİNDE (Quantum Leap)


Seksenlerin sonuna doğru TRT'de cumartesi günleri öğlen saatlerinde yayınlanan bir diziydi, bu diziye özel bir sevgi besler ve her hafta bayıla bayıla izlerdim. Dizimizin kahramanı Sam diye bir quantum fizikçisiydi. Sam benim aklımda özellikle o kapkalın kaşlarıyla yer etmiştir nedense? Neyse, bu Sam bir gün deney yaparken cihazlarda sorun mu çıktı ne olduysa, kendini geçmişte bulmuştu. Bundan sonra her hafta Sam'in zamanda yaptığı seyahatlerini izlemiştik, ama Sam gittiği her zamanda başka bir kişinin kimliğine bürünüyor, ne bileyim bazen bir savaş uçağı pilotu, bazen şişko bir kadın oluyordu. Her bölümde yeni kimliğiyle geldiği yerde illa bir ayna olur, Sam o aynada yeni suratı ile karşılaşırdı. Sam maceralarında yalnız değildi, kendi yaşadığı zamandan bilim adamı arkadaşı Al , hologram formunda görünür, elinde acayip bir cihaz, zigi midir nedir, bu Sam'i maceralarında takip eder ve aletine bakarak Sam'a "Zigiye göre şunu yapmalısın, bunu etmelisin" gibilerden öğüt verirdi. Sam de gittiği zaman ve mekanda yeni kişiliğinin gerçekleştirmesi gereken ödevi keşfedip yerine getirmeye çalışırdı.

Salı, Ağustos 08, 2006

EVLİ VE ÇOCUKLU (Married with Children)


Eğer sadece 80lerde değil, doksanlarda, ikibinlerde ve mümkünse tüm ömrümce izleyeceğim bir dizi varsa işte bu idi. Bu dizi birbirlerinden nefret eden, hayattan bezmiş sefil Bundyler'in hayatını anlatırdı. Abazan oğul Bud ve aptal sarışın kaşar ablası Kelly mütemadiyen didişir, anneleri Peggy günü tv karşısında geçirip kocasının cüzdanını yağma etmenin yeni yollarını keşfederdi. Ailenin babası, hepimizin idolu Al Bundy idi. Zavallım bütün gün gün sefil bir ayakkabıcıda çalışır, akşam eve geldiğinde Peggy buna bir tas bile yemek vermez, üzerine illa uyuz komşu Marcy ile kocası (önce Steve sonra Jefferson) damlarlardı. Al ne yapsın, elini çüküne sokar, tv karşısında kendinden geçmeye çalışırdı. Yıllar geçtikçe Al'ın saçları seyreldi, göbeği çıktı, ama yaşlandıkça filozofluğu da tavan yaptı. Bir keresinde sevişmek isteyen Peggy'e "Lütfen Peg, 16 yıldır evliyiz, artık sadece arkadaş olamaz mıyız?" demesini asla unutamamışımdır. CNBC-e yıllardır döndüre döndüre bu diziyi yayınlar, hayır duamızı alır.

Pazar, Ağustos 06, 2006

BÜYÜK TUZAK (Wiseguy)


Seksenlerin sonunda TRT'de yayınlanmış ve ortalığı kırıp geçmiş bir mafia dizisiydi. Başrolde gizli ajan Vinnie Terranova rolünde harikulade sesi ve muhteşem fiziğiyle genç kızların ilahı olan Ken Wahl oynardı. Şimdi bakıyorum da tekkaşlı imiş kendisi. Diziden sonra da söndü gitti zaten, o karizmayı devam ettirememişti. Dizide ise Frank McPike yönetimindeki organize suçlar departmanının en has adamıydı, kimlik değiştirir, tekinsiz adamların peşine düşer, başı sıkışınca tekerlekli sandalyedeki Mike amcayı arardı. Mike amca ne yapar eder Vinnie'nin paçasını kurtarırdı. Ken Wahl ayrıldıktan sonra dizinin de bütün havası sönüp gitmişti.

Cumartesi, Temmuz 29, 2006

SÜPER NİNE (Supergran)


İngiliz yapımı kaçık bir komedi dizisiydi. Sup-sup supergran diye matrak bir jenerik şarkısı vardı. Başroldeki İskoç nine birgün parkta gezerken bir bilimadamının deneyine mi maruz kalmış ne olduysa süper güçler kazanmış ve Süper Nine olmuştu. Çok acayip bir uçan bisikleti vardı. Bu bisiklet ve özel güçleriyle kasabasını şeytan Campbell'in kötülüklerinden korumaya çalışırdı. Zamanın en son moda özel efektleri bu dizide kullanılmıştı.

Cuma, Haziran 02, 2006

POIROT


Bana Agatha Christie sevgisi aşılayan ve Altın Kitaplar'ın yayınladığı o ufak kitapları desteyle okumama sebebiyet veren dizidir. (Herhalde herkes böyle bir dönemden geçmiştir) Bıyığı, yumurta kafası ve gri beyin hücreleri ile tanınan Belçikalı detektif Hercules Poirot'nun maceralarını anlatırdı. Klasik bir diziydi, babamla kaçırmadan izlerdik.

HAYAT AĞACI (Generations)


Seksenlerin sonunda yayınlanmış kısa ömürlü bir Amerikan pembe dizisiydi. Biri beyaz biri siyah iki ailenin maceralarını anlatırdı, zenci aile dondurmacıydı, bunların ninesi beyazların annesinin dadısıymış eskiden, böyle bir hikayeleri vardı. Dizinin kahramanı başbelası sarışın Sam'di. Bunun kendiyle yaşıt Monik diye bir teyzesi vardı, Monik esmer ve de yakışıklı bir herifle evlenmişti, ancak bu dizinin prensi kesinlikle Kayl Mastırs idi, bütün hatunlar hastasıydı Kayl'ın hatta bizim Çalıkuşu Özgür bile! Sam'in çevirdiği dolaplar sonucu başına dert olan otel sahibi zengin bir de herif vardı. Dondurmacılarda da işler karışıktı. Bunların oğlu sevimli Adam, aile dostları Martin'in karısı Dorin ile al takke ver külah durumlardaydı. Sonradan Dorin hamile kaldı ama Adam, Maya diye çok genç ve güzel bir sevgili bulmuştu. Bu dizinin son sahnesinde Adam'ın babası kalp krizi geçirirken Dorin nedense adamın üzerinde oturuyordu ve tam o sırada ailenin kalanı içeri girmişti...

KOMİSER NAVARRO (Navarro)


Böyle gece geç vakit yayınlanan ve babamın çok sevdiği bir Fransız polisiye dizisiydi. Komiser Navarro'nun maceralarını anlatırdı. Bir de bu komiserin kızı vardı, bu kızcağız evde babasını beklerdi ama komiser görev aşkıyla eve gidemez, suçluları kovalardı mütemadiyen. Babam nedense bu kıza büyük bir sempati besler "hep babasını beklerdi" diye içlenirdi. Geçen eski dizilerden bahsederken yine hatırlamaz mı bu kızı? Şaştım kaldım!

BOOKER


21.Cadde'den ayrılan Richard Grieco'nun kendi karakterinin dizisiydi, kızlar arasında çok popüler olmuş, posterleri çıkartmaları ortalığı sarmıştı. Şimdiki gençlik dergileri nasıl acaba? Merak ettim... O zamanlar işte "Booker hakkında bilmedikleriniz", "Richard Grieco mu Johnny Depp mi?" falan gibi masumane yazılar çıkardı. Biz de sanki bunları koynumuza alacağız ya deli gibi posterleri, çıkartmaları biriktirip, haklarında yazan herşeyi ezbere bilirdik. Tabii nikah memuru sorar falan maazallah...

POP SAATİ


Bu sanki yüzyıllardır devam eden bir müzik programıdır. Pop Saati'ni Erhan Konuk hazırlayıp sunardı. Hiç değişmeyen bir dekorun önünde hiç kıpırdamadan oturur, ifadesiz bir yüzle ve tane tane konuşarak videoları takdim ederdi izleyenlere. Aradan Allah bilir işte kaç yıl geçti, Erhan Konuk ne dekorunu ne jeneriğini ne de pozisyonunu değiştirdi, hala aynı şekilde sevgili izleyenleriyle buluşmaya devam ediyor, tek fark saçlarına düşen aklar, böylece eski programlarla yenileri ayırd edebilirsiniz. Zamanında bunun hakkında "programını sadece 7 kişi izliyor" diye espriler yapılırdı. Erhan Konuk her videouyu hakkıyla sonuna kadar gösterir, Sezen Cumhur Önal gibi cart diye kesmezdi sonunu.

SAHİL GÜVENLİK (Baywatch)


Seksenler yavaş yavaş sona erip yerini farklı zamanlara bırakırken ekranda değişik diziler belirmeye başladı. Bunların ilki Sahil Güvenlik'ti. Kırmız şortlu adamlarla, kırmızı mayolu ve iri memeli kadınların plaj maceralarını anlatıyordu. Başrolde Kara Şimşek David Hasselhof oynuyordu, o sıralarda bütün gençlik dergileri bunun boy boy posterlerini verip durmuştu. Bir de sarışın silikon fırtınası Pamela Anderson var ki, resmen artık doksanlara geldiğimizin habercisiydi.

ATLI KARINCA (Carrusel)


Hafta içi akşamüzerleri yayınlanan çocuklar için yapılmış bir Meksika dizisiydi. Feride Çalıkuşu tadında genç muallime Himena, yaramaz öğrencilerle dolu bir sınıfın öğretmeni olarak çalışmaya başlıyordu. Tabii zamanla öğrencilerin kalbini kazanıp bunların dertleriyle uğraşmaya başladı. Aman ne tipler vardı bu sınıfta inanamazsınız, sarışın, zengin ve güzel Maria Huakina vardı, bu kız sürekli dantel eldivenler giyer ve diğerlerini küçümserdi. Sirilo vardı, fakir zenci oğlan, bu Maria Huakina kaltağına aşıktı, Maria da bunu ezer dururdu. Valeria vardı, ukala, gözlüklü birşey (benim gibi püahahaha) bunun sevgilisi David idi, ara sıra kıskançlık kavgaları çıkartırdı bu kız. Ama en unutulmaz tip Hayme Pahilyo denen toramandı kesinlikle. Sonunda Sirilo'nun babası zengin mi oldu ne? Vay be! Aradan onca yıl geçti, ben bunların isimlerini hala nasıl anımsıyorum, şaştım bu işe.

MERCİMEK FURYASI


Bu resmen efsane olmuş bir konudur. Seksenlerin sonuna doğru mercimek rekoltesi patlama yapmış ve üreticinin elinde kalmıştı mercimekler. Devletimiz de bir mercimek rüzgarı estirmeye başladı televizyondan. Teyzenin biri çıkar mercimekle yapılan envai çeşit yemeğin tarifini verirdi bıkıp usanmadan, bir yandan da mercimeğin faydalarını anlatırdı. Mercimekle yapılmadık yemek kalmamıştı, teyzem bir tatlı uydurup onu da anlattı mı vallahi bilemeyeceğim ama kesin yapmıştır bunu da!

ZİL ÇALINCA (Saved by the Bell)


İşte artık ortaokuldaydım ve birgün birisiyle "aaa resmen Skriiç" diye dalga geçtim ve meğer bütün kızlar bu diziyi seyrettiği için popülaritem tavan yaptı. O zamanlar şimdilerde olduğu gibi özgün olma, farklı olma modası yoktu, aksine herkes ne dinliyorsa (New Kids on the Block, Jason Donovan vb) onu dinlemeli, aynı dizileri izlemek gerekirdi. Herneyse, bu dizi hafta içi bir akşam yayınlanıyordu ve bir grup lise öğrencisinin maceralarını anlatırdı. Başroldeki karakter Zack diye sarışın bir yakışıklıydı (ya da o zaman bize öyle geliyordu), kızlarla başı dertteydi. Screech ise bunun embesil arkadaşıydı. Böyle saçmasapan bir gençlik dizisiydi ama bayılırdık o zamanlar.

SAVAŞ VE ANILAR (War and Remembrance)


Başrolünde Robert Mitchum'un oynadığı ve 2.Dünya Savaşı öncesi anlatan Savaş Rüzgarları'nın devamıydı bu dizi ve tabii TRT'de yayınlanmıştı. Kadın oyuncu Jane Seymour idi. Kahramanımız bir uçak gemisine komuta ediyordu ve unutamadığım bir sahnede, uçaklar gece dönerken, düşman görmesin diye ışıklar yakılmamış, ama komutan pilotlarını kaybetmemek için herşeyi göze alarak upuzun gemi boyunca tüm ışıkları yaktırmıştı bir anda, muhteşem bir andı. Sonradan abimle deli gibi uçak gemisi yapmaya çalışmıştık eski legolardan.

BARIŞ MANÇO İLE 7'DEN 77'YE


Nurlar içinde yatsın, rahmetli Barış Manço'nun herkesi ekran karşısına toplayan muhteşem pazar programıydı. Barış abi sayesinde biz de tv karşısında dünyayı gezdik, belki hiç göremeyeceğimiz ülkeleri gördük, bir sürü şeyler öğrendik. Bir de bu programın Adam Olacak Çocuk isimli yarışma bölümü vardı ki, minicik veletlerle Barış abinin kurduğu diyalog inanılmazdı, bu ufaklıklara şarkı söyletir, en sevdikleri ikinci yemeği sorardı, çünkü her çocuğun en sevdiği yemek köfte idi o zamanlar. Tabii her ufaklık 10 puan 10 puan 10 puan alıp şampiyon olurdu. Sonradan Adam Olacak Çocuk'la dönüşümlü olarak 2.Kahvaltı başladı, emekli pinpon hanımlar ve beylerle sohbet ederdi Barış Abi. Ve her programın sonunda o unutulmaz adresi verirdi:
Barış Manço Moda 81300 İstanbul

fotoğraf için http://www.barismancomix.com a teşekkür ederiz.

MURPHY BROWN

Murphy Brown sarışın ve yalnız yaşayan gazeteci bir kadındı, bir haber dergisinde mi ne çalışıyordu. Tabii dergide çeşit çeşit nevi şahsına münhasır kişilikler, bir de isminden dolayı unutmadığım Korki diye komik bir kadın vardı. Neyse işte bu dizi bu dergideki tiplerin ve Murphy'nin maceralarını anlatırdı, çok komikti ama ana fikri neydi, sonunda ne oldu hiç hatırlamıyorum.

Perşembe, Haziran 01, 2006

GÖREVİMİZ TEHLİKE (Mission: Impossible)


Tom Cruise'un cafcaflı filmleri hikaye, asıl Görevimiz Tehlike'yi biz TRT'de pazar öğle yemeğinden sonra ailecek izlerdik. Bu özel ekibin başı beyaz saçlı yaşlı kurt Jim'di. Her bölüm önce o meşhur gaza getirici müzikle açılır sonra Jim, küçük kara bir kutu bulurdu, bu kutu "Senin görevin Jim eğer kabul edersen.." diye konuşmaya başlar, ve bu haftaki görevlerini anlatırdı. Sonra da 5 saniye içinde kendi kendini yok ederdi! Ben bu ekipteki tilki suratlı esmer Nicholas'ı beğenirdim, şimdi bakıyorum da pek te çirkinmiş. Ekipteki güzel kadın karakter bir süre sonra ölüp diziden ayrılmış, yerine Ziyaretçiler'deki Diana'yı oynayan kadın gelmişti.

KAVANOZDAKİ ADAM


Kabus gibi bir TRT diziydi. Başroldeki Ahmet Mekin'e Türk doktorlar dünyada bir ilki gerçekleştirip beyin nakli yapıyorlardı. O sahneyi de hiç unutmamışımdır, doktor elinde bulaşık eldivenleriyle bir kavanozdaki beyini alıyor, löp diye kafatasının içine koyuyordu!!!!! Çok dalga geçmiştik bu sahneyle zamanında. Neyse nakilden sonra eleman fıttırıp beynin eski sahibi olduğunu sanmış, herifin evini basıp karısına hamle etmişti falan filan.

NEŞELİ MATEMATİK (Square One TV)


Harika bir matematik programıydı, herşeyi matematikle açıklar, ilerde bu ne işimize yarayacak dediğimiz şeylerin ne işe yarayacağını gösterirdi. Packman de vardı bu programda. Ama en güzeli en sonunda yayınlanan Matematik Dedektifleri idi. Bunlar Kate Monday ve George diye iki detektiftiler, büronun adı da Mathnet idi. Her olayı matematik kullanarak çözüp ispat ederler, sağlamasını da yaparlardı. Seksenlerde çocuk olmanın en güzel yönlerinden biri de bu Mathnet idi.

BANA ŞANS DİLE (Wish Me Luck)


TRT'nin harika dizilerinden biriydi. İkinci dünya savaşında 2 casus kızın maceralarını anlatırdı. Bunlardan biri kendi halinde bir ev kadını, diğeri de fabrika işçisi çalışan bir kızdı. Bunlar casus olmaya karar verince önce eğitime alınıyorlar, sonra da İngiltere'den Fransa'ya geçip istihbarata başlıyorlardı. Sonunda kurşuna dizilmişledi galiba. Bir de nazilerin saçlarını kazıdığı Blanche diye bir ablayı anımsıyorum ama bu dizide miydi acaba?

21.CADDE (21 Jump Street)


Tüysüz mü tüysüz, parlak mı parlak, kısacası süt gibi bir Johnny Depp'in başrolde oynadığı aksiyonu bol bir polisiye diziydi. Johnny bu diziyle genç kızların ilahı olmuştu. Kahramanlarımız genç polisler olduklarından kılık değiştirip genç öğrencilerin arasına dalar ve onların alkol, uyuşturucu, seks, AIDS vb vb problemleriyle uğraşırlardı. Bu dizideki Dennis Booker (Richard Grieco) sonradan ayrılıp kendi dizisine sahip bir kahraman olmuştu.

BENİM 2 BABAM VAR (My Two Dads)



Bu dizide küçük bir kız annesi ölünce 2 baba adayının eline düşüyordu. Biri akıllı uslu, diğeri uçuk kaçık bu tipler vaktiyle kızın annesiyle flört etmişlerdi. Bu yüzden ikisi de kızın babası olabilirdi. Başka da bir numarası yoktu.

GÜZEL VE ÇİRKİN (Beauty and the Beast)


Pazar gecelerinin unutulmaz dizisiydi. İnsanın içine işleyen dokunaklı bir müziği vardı. Açılış jeneriğinde Vincent'ı seslendiren sanatçı harikulade bir şekilde ulaşamayacağı bir dünyada yaşayan sevdiği kadını anlatır ve "onun adı Catherine" derdi. Vincent ülkemizde aslan adam olarak tanınan acayip bir yaratıktı. New York metrosunun alt katlarında, labirent gibi esrarlı bir yerde yaşardı. Catherine ise zengin, güzel, başarılı bir avukattı. Birgün yolda saldırıya uğrayıp yüzü kesiliyor ve parka terkediliyordu. Bunu bulan Vincent kadını aşağıdaki gizli odalara götürüyor, yeraltındaki güruhun lideri Baba, Catherine'i tedavi ediyordu. Sonra Catherine ile Vincent aşık oldular, Catherine'in parmağı kesilse Vincent bunu hissedebiliyor, kükreyerek gelip Catherine'i bin türlü beladan kurtarıyordu. Catherine'in çatıkatında harika bir dairesi ve muhteşem manzaralı bir balkonu vardı, balkonun kapılarını açınca ince tül perdeler uçuşur, Catherine ağır ağır yürüyerek balkona çıkar, gecenin karanlığında ışıl ışıl parlayan Manhattan manzarasını izlerdi. Az sonra Vincent gelir, birbirlerine sarılırlar ama daha ileri gidemezlerdi. Ne yazık ki Linda Hamilton diziden ayrılınca Catherine karakteri öldü ve devamını hiç izlemedim ben bunun.

BU DÜNYANIN DIŞINDAN (Out of This World)


Bu dizi bir anne-kızın maceralarını anlatıyordu ama bu kızın, ki adı Evie idi, babası uzaylıydı! Ve Evie'nin çok acayip bir özelliği vardı: işaret parmaklarını birbirine değdirince zaman duruyordu. O yüzden başına ne gelse cart zamanı durduruyor, meseleyi hallediyordu. Bir bölümde "ya bana bir Levis verin, ya da beni öldürün" demişti, nedense hiç unutmadım bu lafı.

YESENIA


Aylarca süren Meksika dizilerinin mini-dizi formatında olanıydı, sanırım TRT2'de birkaç hafta yayınlanmış ve bitmişti. Yesenia çingeneler tarafından büyütülmüş eli maşalı bir kızdı, yakışıklı bir subaya aşık olup gizlice evlenmişti ama sonra bu Yesenia'nın zengin bir kadının kızı olduğu ortaya çıktı, o da annesinin malikhanesine taşındı ama burada üvey kız kardeşi de meğer bunun sevdiği subayın nişanlısı mı neydi? Sonunda verem olan üvey kızkardeş dedesiyle beraber evi terketmiş, Yesenia subayına kavuşmuştu. Biz de abimle yemeğini yesenia yemesenia gibi berbat espriler yapıp durmuştuk.

MÜZİK YELPAZESİ


Sezen Cumhur Önal'ın sunduğu klasik bir müzik programıydı, Önal'ın sunumları ekol olmuş, yıllarca dillerden düşmemişti. Bu programın hiç değişmeyen bir jeneriği vardı, jenerikte Rita Haywort'un Gilda şarkısından bir bölüm, Jason Donovan Sealed With a Kiss'ten bir parça, Nat King Cole Autumn Leaves bir kuple... bu böyle giderdi. Programda Sezen Cumhur Önal zenci şarkıcıları "çikolata renkli" olarak takdim ederdi. Nat King Cole hem çikolata renkli hem de kadife sesli şarkıcıydı. Arada sonbahar rüzgarlarıyla savrulan yaprakların hışırtısı falan gibi ağır romantik konuşmalar yapardı. Ve dekorda kafasının arkasında bir yelpaze vardı!